KORKUNÇ YAZGIMIZ: KÜRESEL ISINMA...

Sizce etkileyici Türkçe derslerinin en belirgin özelliği nedir?

22 Mart 2008 Cumartesi

* ÖYKÜ YARIŞMASI SONUÇLANDI... KAZANAN ÖYKÜ...

Ve internet oylaması bitti!.. 4342 oyun kullanıldığı “Öykü Tamamlama Yarışması”nın kazananı, 2179 oy alarak % 50 oranında tercih edilen Sevgili DOĞA AKÇAY…

Yarışmaya Ankara’dan katılan Sevgili Doğa’yı “Hayalsiz Dünya” başlıklı harika öyküsünden ve elde ettiği başarıdan ötürü kutluyoruz…

Yarışmanın 2.’si yine Ankara’dan; Sevgili ORTAÇ GENÇ “Umutları Yıkan Bomba” başlıklı öyküsüyle 1765 oy aldı ve ikinci oldu…

Diğer yazarlar, öyküleri ve aldıkları oylar şöyle:

3. Ankara’dan ECE ÖZGE ATASOY, “Minik Yürekte Büyük Umutlar”… Aldığı oy:208

4. Diyarbakır’dan ALİ YAVUZ KELEŞ, “Ayağını Keşfeden Çocuk”… Aldığı oy: 118

5. Ankara’dan EDA KIRDEMİR, “Umut ve Düşleri”… Aldığı oy: 72

Genç öykü yazarlarımızı yürekten kutluyor ve yaşamlarında edebiyata hep yer ayırmalarını diliyoruz… Aslında tümünü birer ürün yarattıkları ve ürünlerini eleştiriye açtıkları için kutluyoruz…
















Bir kutlama da Denizceedebiyat’ın sevgili ziyaretçilerine… Yalnızca anketi dolduran ziyaretçilerin 4342 kişi olduğunu düşününce gönül rahatlığıyla “binlerce” diyoruz… Evet, binlerce ziyaretçimize sanata, edebiyata, öyküye zaman ayırdıkları için sonsuz teşekkürler…

Başka bir zamanda, başka bir edebiyat etkinliğinde buluşmak üzere, sizi kazanan öyküyle baş başa bırakıyoruz…


(Sevgili Doğa Akçay'ın ödülü olan "yazarından Doğa Akçay adına imzalı kitap", pazartesi günü itibariyle kendisine iletilecektir)


HAYALSİZ DÜNYA

Küçük çocuk, odasının penceresinden uzun uzun sokağı izledi. Önce taksi durduran yaşlı adamı, sonra okullarına giden renk renk üniformalar giymiş öğrencileri, daha sonra elinde bir buket çiçekle koşturan kızı, soğan satan kamyoneti, dükkanının kepenklerini gürültüyle açan ayakkabı tamircisini gördü...

Ellerini ayaklarına götürdü; Yüzünü tuhaf bir hüzün kapladı... "Düşlediğim dünya bu kadarcık mı? Daha ötesi yok mu?.." diye geçirdi içinden. Saate baktı, dokuz buçuk olmuştu...


Tüm aileyi acıya boğan o korkunç günü anımsadı birden. Okul çıkışında hemen her gün arkadaşlarıyla, mahalle bakkalı önündeki bankta sohbet eder, şakalaşırlardı.Yine o günlerden biriydi,şakalaşıyor, gülüşüyorlardı.
Bir hafta önce büyükannesini kaybetmişti. Evde yas vardı dualar okunuyordu. Büyükannesi, dedesinin ölümünden sonra onlarla birlikte yaşamaya başlamıştı. Gerçi kendi evinden ayrılmak istememişti, 38 yıllık eşini kaybetmenin acısı onu oldukça yaralamıştı. Anılarıyla baş başa kalmak istemişti ama çocukları buna izin veremezlerdi. O da artık oldukça yaşlanmıştı ve bakıma ihtiyacı vardı. Eşinin ardından gitmekte gecikmedi, yaşlı kalbi üzüntüye daha fazla dayanamamıştı.

Arkadaşları Cem'in büyükannesini ne çok sevdiğini biliyor ve bu zor günlerde destek olmaya çalışıyorlardı. Kafasını dağıtmak, düşüncelerinden uzaklaştırmak için yalnız bırakmıyorlardı. İşte böyle bir gün yine bakkalın önündeydiler. Üzerlerine doğru hızla gelen aracı önce fark etmediler. Fark ettiklerinde çok geçti, diğer arkadaşları kendilerini kenara atmış ancak Cem, bankla söğüt ağacı arasında kalmış kıpırdayamamıştı. İlk anda gördüğü sadece kandı, oluk oluk akan kan. Aslında ne olduğunu bile anlayamıyordu. Bağıranlarla, koşuşanlarla doldu çevresi.İşte o anda far ketti ayağından bir parçanın koptuğunu.

Bayılmıştı... Kaç kez ameliyat geçirdiğini bile hatırlamıyordu artık. Ama hala, hemen her gece üzerlerine doğru hızla gelen aracı ve sakat kalmasına neden olan sürücünün kullandığı aracın lastiklerinin, küçücük ayağını kopardıktan sonra bile düştüğü dere tahtası üstünde hızla döndüğünü görüyor ve ter içinde uyanıyordu uykusundan.

Bu gün, büyük gün olacaktı... Bir saat sonra, tekerlekli sandalyeden kurtulacaktı. Protez ayak hayali gerçekleşmek üzereydi. İsminin açıklanmasını istemeyen bir hayırsever yaşadıklarını duymuş ve örnek davranışıyla küçük bir çocuğun hayallerini, O’nu yaşamdan koparan dünyaya geri dönmesini sağlamak için yardıma koşmuştu.

Artık, düşlerinin dünyası bu kadar değildi, sonsuza koşabilecek kadar umudu, hayalleri vardı. Küçücük kalbi deli gibi atıyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu…
.
Doğa Akçay
Öğrenci (6.Sınıf) - Ankara


*Anımsatma: Öykü girişindeki koyu-italik yazılmış bölüm Denizceedebiyat tarafından verilmiş ve genç yazarımız, bu girişi sürdürerek öyküsünü tamamlamıştı.
.

17 Mart 2008 Pazartesi

* SAYGIYLA ANIYORUZ...


...................................................................
Çanakkale şehitlerimizi saygıyla anıyor,

hatıraları önünde eğiliyoruz...

8 Mart 2008 Cumartesi

* ÖYKÜ TAMAMLAMA YARIŞMASI - İŞTE FİNALİSTLER (ankete katılın, en iyi öyküyü seçin!!!)

Değerli ziyaretçi,

24 Şubat’ta başlayan yazma oyunu, kurallarda da yer aldığı gibi, 7 Mart günü sona erdi…
Şimdi, verdiğim giriş paragrafını en iyi sürdüren öyküyü -ve onun yetenekli genç yazarını- seçme zamanı…

Okumakta olduğun yazının devamında, finale kalan birbirinden güzel beş öyküyü bulacaksın…

Bu öykülerin ortak yanı tıpa tıp aynı olan "giriş paragrafları". Ortak bölümleri yatık yazı ile yayınlıyorum...

Lütfen öyküleri dikkatle oku ve anket köşesine giderek “en beğendiğin” öykü için oy ver…

Oylama 21 Mart 2008-Cuma günü 19:30 da sona erecek.
Sonuçlar mı?
Oylama sonuçlarını gün gün izleyebilirsiniz ama kesin sonuç, Denizceedebiyat’ta 22 Mart 2008-Cumartesi sabahı duyurulacak !
_______________ .


UMUT VE DÜŞLERİ


Küçük çocuk,odasının penceresinden uzun uzun sokağı izledi.Önce taksi durduran yaşlı adamı,sonra okullarına giden renk renk üniformalar giymiş öğrencileri,daha sonra elinde bir buket çiçekle koşturan kızı , soğan satan kamyoneti , dükkanın kepenklerini gürültüyle açan ayakkabı tamircisini gördü … Ellerini ayaklarına götürdü ; Yüzünü tuhaf bir hüzün kapladı … “Düşlediği dünya bu kadarcık mı? Daha ötesi yok mu?..” diye geçirdi içinden.Saate baktı, dokuz buçuk olmuştu..

Yarım saat içinde orada olması gerekiyordu. Okul günlerinin dışında sabah saat tam 10’da elinde bir demet papatyayla o uçsuz bucaksız olması gereken yere gidiyordu.Minik parmakları gözyaşlarını silmeye neredeyse yetişemiyordu bile..İlkokul 4.sınıfa gitmesine rağmen hayatın tüm zorluklarına göğüs veren,hayat tecrübesi kazanmış o bilge yaşlı dedelerimizi andırıyordu adeta.Oysa ki yaşıtları gibi dünyası kısa süreklikte olsa hayal üstüne kurulmuş olması gerekiyordu.Çok geçmeden gideceği yere varmıştı..Elindeki papatyaları yere bıraktı ve yavaşça dizlerini kırarak yere çöktü.O artık onunla baş başaydı..’Neden?’ diyerek başladı çocuk.Babasının mezarına bakarken sanki yanıt almışçasına ; “ Biliyorum beni yalnız bırakmayacağını ama seni çok özlüyorum.Her sabah beni uyandırıp ‘oğlum’ deyip sarılmanı, geceleri bana kitap okumanı,birlikte sabah kahvaltısında yaptığımız şakalaşmaları ,hafta sonu beni uçurtma uçurmaya götürüşünü ,beni öperek uyutmanı.. her şeyi çok özledim baba.” Çocuk bir anda mezar taşına sarıldı.Gözyaşları minik suratından akı veriyordu.Annesinin ölümünden sonra babasının ölümü çok ağır gelmişti.2 yıldır babaannesi ve dedesinin yanında yaşamına devam ediyordu.Onun düşlediği dünya bundan ibaret miydi ?..

Babasını 2 yıl önce trafik kazasında , ilkokula başlamadan 1 gün önce de annesini kansere teslim etmişti.Umut o kadar akıllı bir çocuktu ki her şeyin üstesinden gelebiliyor etrafındaki herkesi hayrete düşürüyordu.En zayıf noktası babası ve annesiydi fakat bunu hiç bir zaman etrafına hissettirmedi.Annesinin mezarı İzmir’de olduğundan onu dedesinin götürdüğü zamanlarda ziyaret edebiliyordu.Ama her gün yatmadan önce minik ellerini rüyasında annesini görmek için açıyordu.Babaannesi ve dedesi ne kadar yokluklarını hissettirmeseler de arıyordu anne ve babasını.Adı gibi hiç bir zaman umudunu yitirmedi bir gün karşılaşacaklarını biliyordu.Babaannesinin Umut’u parka götürdüğü bir Pazar gününde arkadaşlarıyla oyuna dalmıştı Umut.Bir anda koşarak bankın üstüne oturdu.Elleriyle yüzünü kapatarak ağlamaya başladı artık umudu kalmamış olmalıydı.Küçük yaşına rağmen aklından her şeyi geçirmişti.Annesinin ve babasının yanına ‘ nasıl gitmeliyim? ‘ diye düşünürken uyuyakalmıştı.Umut’un omzuna bir el dokunmuştu.Umut gözlerini yavaşça açtı 2 kez göz kapaklarını kırptıktan sonra karşında babasını buldu.Umut’un gördükleri sadece kötü bir rüyadan mı ibaretti yoksa kendini düşüncelerine fazla mı kaptırmıştı..?
Eda Kırdemir
Öğrenci (10.Sınıf) - Ankara
___________________



HAYALSİZ DÜNYA

Küçük çocuk, odasının penceresinden uzun uzun sokağı izledi. Önce taksi durduran yaşlı adamı, sonra okullarına giden renk renk üniformalar giymiş öğrencileri, daha sonra elinde bir buket çiçekle koşturan kızı, soğan satan kamyoneti, dükkanının kepenklerini gürültüyle açan ayakkabı tamircisini gördü... Ellerini ayaklarına götürdü; Yüzünü tuhaf bir hüzün kapladı... "Düşlediğim dünya bu kadarcık mı? Daha ötesi yok mu?.." diye geçirdi içinden. Saate baktı, dokuz buçuk olmuştu...

Tüm aileyi acıya boğan o korkunç günü anımsadı birden.Okul çıkışında hemen her gün arkadaşlarıyla,mahalle bakkalı önündeki bankta sohbet eder, şakalaşırlardı.Yine o günlerden biriydi,şakalaşıyor, gülüşüyorlardı.

Bir hafta önce büyükannesini kaybetmişti. Evde yas vardı dualar okunuyordu. Büyükannesi, dedesinin ölümünden sonra onlarla birlikte yaşamaya başlamıştı. Gerçi kendi evinden ayrılmak istememişti,38 yıllık eşini kaybetmenin acısı onu oldukça yaralamıştı.Anılarıyla baş başa kalmak istemişti ama çocukları buna izin veremezlerdi. O da artık oldukça yaşlanmıştı ve bakıma ihtiyacı vardı. Eşinin ardından gitmekte gecikmedi, yaşlı kalbi üzüntüye daha fazla dayanamamıştı.
Arkadaşları Cem'in büyükannesini ne çok sevdiğini biliyor ve bu zor günlerde destek olmaya çalışıyorlardı. Kafasını dağıtmak,düşüncelerinden uzaklaştırmak için yalnız bırakmıyorlardı. İşte böyle bir gün yine bakkalın önündeydiler.Üzerlerine doğru
hızla gelen aracı önce fark etmediler. Fark ettiklerinde çok geçti, diğer arkadaşları kendilerini kenara atmış ancak Cem, bankla söğüt ağacı arasında kalmış kıpırdayamamıştı. İlk anda gördüğü sadece kandı, oluk oluk akan kan. Aslında ne olduğunu bile anlayamıyordu. Bağıranlarla, koşuşanlarla doldu çevresi.İşte o anda far ketti ayağından bir parçanın koptuğunu.

Bayılmıştı... Kaç kez ameliyat geçirdiğini bile hatırlamıyordu artık. Ama hala, hemen her gece üzerlerine doğru hızla gelen aracı ve sakat kalmasına neden olan sürücünün kullandığı aracın lastiklerinin, küçücük ayağını kopardıktan sonra bile düştüğü dere tahtası üstünde hızla döndüğünü görüyor ve ter içinde uyanıyordu uykusundan.

Bu gün, büyük gün olacaktı... Bir saat sonra, tekerlekli sandalyeden kurtulacaktı. Protez ayak hayali gerçekleşmek üzereydi. İsminin açıklanmasını istemeyen bir hayırsever yaşadıklarını duymuş ve örnek davranışıyla küçük bir çocuğun hayallerini, O’nu yaşamdan koparan dünyaya geri dönmesini sağlamak için yardıma koşmuştu.

Artık, düşlerinin dünyası bu kadar değildi, sonsuza koşabilecek kadar umudu, hayalleri vardı. Küçücük kalbi deli gibi atıyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu…
Doğa Akçay
Öğrenci (6.Sınıf) - Ankara
__________________




MİNİK YÜREKTE BÜYÜK UMUTLAR

Küçük çocuk, odasının penceresinden uzun uzun sokağı izledi.Önce taksi durduran yaşlı adamı , sonra okullarına giden renk renk üniformalar giymiş öğrencileri , daha sonra elinde bir buket çiçekle koşturan kızı , soğan satan kamyoneti , dükkanının kepenklerini gürültüyle açan ayakkabı tamircisini gördü...Ellerini ayaklarına götürdü ; Yüzünü tuhaf bir hüzün kapladı..."Düşlediğim dünya bu kadarcık mı ? Daha ötesi yok mu ? .."diye geçirdi içinden. Saate baktı, dokuz buçuk olmuştu...

Yüzünde hissettiği hüzün tüm vücudunu kaplıyordu şimdi. Diğer insanlardan biraz farklıydı.Yürüyemiyordu.Ama bunu kendisine sorun etmemeliydi. Küçüktü o daha , önünde yaşayacağı uzun bir hayat vardı. Şimdi içinde bir pişmanlık hissediyordu. Boşuna kendisini mutsuz etmişti. Ancak ellerini ayaklarına götürdüğünde, yaşadığı o anı bir daha hatırladı. O kabus dolu günü…

Ailesiyle tatilden dönüyordu. Çok güzel ve huzur dolu bir tatildi. Ancak bir yaz akşamının verdiği sıcaklık yerini buz gibi bir ortama bıraktı. Yolda giderken, hatalı sollama sonucu tırın altına giren arabada hem annesini, hem babasını, hem de kardeşini kaybetmişti. Kendisi de 2 aylık bir yaşam mücadelesinden sonra hayata dönebilmişti. Fakat annesini, babasını ve kardeşini kaybettiğini söylemek o kadar zordu ki. Onun içinde taşıdığı minik yüreği bunu kaldırabilecek miydi?. Küçük çocuğun halası bu soruyu kendince cevaplamaya çalışırken içinde fırtınalar kopuyor, gözlerinden dindiremediği yaşlar akıyordu. Fakat bir gün küçük çocukla konuşmayı başarabilmişti halası. Küçük çocuk, haberi aldığında sanki donmuş gibi öylece duruyordu. Ağlamak istiyor ama ağlayamıyor, gerçeğin bu olduğunu bile bile halasının kendisine kötü bir şaka yaptığına ve bunun gerçek olmadığına inanmak
istiyordu.

Ailesi olmadan ne yapacaktı?.Bu çelişkili ve bir o kadar da acımasız hayatla tek başına nasıl mücadele edecekti? Bu ve bunun gibi daha bir sürü soru işareti oluşmaya başladı çocuğun kafasında. Cevaplayamadığı sorulardı bunlar. Çaresiz halasına sarıldı."Ne olur bırakma beni" cümlesi dökülüyordu ağzından. Çaresiz hissediyordu kendini. Anne babasından kendi vücuduna bakamamıştı bile. Belki de korkuyordu ama hayat bir türlü gözyaşı vermekten vazgeçmiyordu. Kazada sinirler zarar gördüğü için belden aşağısı tutmuyordu küçük çocuğun. Hayır! Bu kadarına da dayanamayacaktı artık.

Yaşamanın ne anlamı var diye düşündü kendi kendine... Niye böyle bir hayatın içinde bulunmak zorundaydı?... Halasının desteğiyle beraber büyük sevgi taşıyan minik kalbi atlatmaya çalışıyordu bütün bunları. Düşlediği dünyaya, kendisini geçmiş acılı anılara sürükleyeceğini bilmeden hapsolmuştu. Gözünden durdurulamayan yaşlar akıyordu. İçi ise kan ağlıyordu. Duvarları yosunluydu şimdi. Aşamadığı duvarlardı bunlar. Ailesinin yokluğunda her gün sanki biraz daha vuruyordu kıyılara. Kendini biraz daha karanlıklara koymak istiyordu. Kimse ulaşamasın diye…

Küçük çocuk odasının penceresinden uzun uzun sokağı izlerken bu düşünceler zinciri aklını kurcalıyordu. Ama hemen kurtulmak istedi bu olumsuzluklardan. Yaşamalıydı. Hayata inat yaşamalıydı. Öyle de yapacaktı. Gelen ve geçen her güne biraz daha sarılacaktı. Üstüne karanlığı getiren karabulutlardan bir ışık bulmak istiyordu. Bulacaktı da...

Gözlerinden yaşlar durmaksızın akarken bu yaşları silmeye çalışan bir halası vardı yanında. Mutlu olmalıydı. Halası “Biraz dışarı çıkalım” dedi... Küçük çocuğu tekerlekli sandalyesine oturtup dışarı çıktılar.

Etrafında ki herkes küçük çocuğa gülümsüyordu. Küçük çocuğun bu gülümsemeden sonra hissettiği mutluluğun hiçbir ilaçla hissedemeyeceğini biliyordu. Gülümsemek bazen en iyi ilaçtır. O bunu biliyordu.İçi ağlarken etraftaki gülümsemelere karşılık o da gülümsüyordu. Halası onu deniz manzaralı yemyeşil bir yere götürdü. Etrafa baktıkça küçük çocuğun içi huzur dolmaya başladı.

Akşam olmuştu. Artık gitmeleri gerekiyordu. Halasıyla geri dönüp yola koyuldular. Her geçtiği yolda biraz daha iyi oluyordu. Üstünü kaplamış karanlıklar giderek aydınlığa çıkıyordu. Yüzündeki bu gizem ise kaybolarak yerini gülümsemeye bırakıyordu. Halası ve küçük çocuk son kez ağladılar ve ikisi de gözyaşlarını silerek sonsuz bir mutluluğa doğru adım attılar.
Özge Atasoy
Öğrenci (11.Sınıf) - Ankara
___________________




AYAĞINI KEŞFEDEN ÇOCUK

Küçük çocuk, odasının penceresinden uzun uzun sokağı izledi. Önce taksi durduran yaşlı adamı, sonra okullarına giden renk renk üniformalar giymiş öğrencileri, daha sonra elinde bir buket çiçekle koşturan kızı, soğan satan kamyoneti, dükkanının kepenklerini gürültüyle açan ayakkabı tamircisini gördü... Ellerini ayaklarına götürdü; Yüzünü tuhaf bir hüzün kapladı... "Düşlediğim dünya bu kadarcık mı? Daha ötesi yok mu?.." diye geçirdi içinden. Saate baktı, dokuz buçuk olmuştu...

“Bu ayaklar…” dedi kendi kendine; “Bu ayaklar Tanrı’nın bir lütfu… Ve eğer dünyayı değiştirmek istiyorsam kullanacağım şeyler bunlar!” diye mırıldandı. O’nu, sadece gözünü hala üzerinden ayırmadığı büyük duvar saati duymuştu… Çocuk, aklına bir şey gelmiş gibi hızla doğruldu. Kitap odasında çıt çıkarmadan çalışan annesine seslendi:
-Anne, ben sokağa çıkıyorum…
-Uyanmış mıydın sen; Niye sesin soluğun çıkmadı hiç?
-Dışarıyı seyrettim biraz…
-Çıkarken üstüne bir şey al, hava serin. Beş on dakika içinde de kahvaltını hazırlarım, gecikme ha!..
-Tamam anne!..

Çocuk, apartman kapısından çıkar çıkmaz ayakkabı tamircisi Yunus Dede’nin dükkanına daldı. Yeni bir keşif yapmış gibi heyecan içindeydi. “Dede” dedi kendisini gülümseyerek karşılayan adama ve devam etti: “Biliyor musun, dünkü sorunun cevabını buldum!”
-Peki neymiş beynimizle yarışan ama varlığı hep unutulan uzvumuz? Diye sorusunu yineledi ihtiyar adam…
-Ayaklarım!.. diye heyecanla cevapladı küçük çocuk.
-Doğru, ama nasıl buldun cevabı?
-Hiç, sadece beni hayal ettiğim yere neyin taşıyacağını düşündüm; tabii ki ayaklarım… Onlar olmadan şuradan şuraya kıpırdayamam ki!

İhtiyar ayakkabı tamircisi daha sıcak gülümsedi, çocuğun başını okşadı:
-Çok akıllısın evlat çok… diyerek eline aldığı renkli çizgi romanı çocuğa uzattı.
-Al bakalım, bu da ödülün olsun.

Çocuk mutluydu. Hem ayaklarını keşfetmişti hem de bir çizgi roman kazanmıştı… Varlığını bu sabah keşfettiği ayakları üzerinde sekerek dükkandan çıktı. Balkondan bakan annesine neşeyle seslendi:
-Geliyorum anne, kahvaltı hazır mı?..
Evet anlamında başını salladı annesi. Oğlunun sevinç kaynağını bilmiyordu ama olsun, o da gülümsüyordu…
Ali Yavuz Keleş
Öğrenci (10.Sınıf) - Diyarbakır
_____________________




UMUTLARI YIKAN BOMBA

Küçük çocuk, odasının penceresinden uzun uzun sokağı izledi. Önce taksi durduran yaşlı adamı, sonra okullarına giden renk renk üniformalar giymiş öğrencileri, daha sonra elinde bir buket çiçekle koşturan kızı, soğan satan kamyoneti, dükkanının kepenklerini gürültüyle açan ayakkabı tamircisini gördü... Ellerini ayaklarına götürdü; Yüzünü tuhaf bir hüzün kapladı... “Düşlediğim dünya bu kadarcık mı? Daha ötesi yok mu?..” diye geçirdi içinden. Saate baktı, dokuz buçuk olmuştu...

Yatağından bir hışımla kalktı. Sonra birden okul üniformasını giyerken olduğu yerde duruldu, havaya hüzünlü bir bakış attı. Ağlamaklı bir ses tonuyla; “Artık çok geç” diyebildi. Düğmelerinin yarısının iliklenmiş olan gömleği ile yatağında mutsuz bir uykuya daldı. Artık küçük çocuğun gidecek bir okulu yoktu...

Üç yıl önce atılan bir bomba ile sarsılmıştı bütün okul. Her tarafta korkunç bir panik, telaş, kaos ortalığı kolları altına almıştı. Yerle bir olan okulun ortasında yere çömmüş, ağlayan bir çocuk. Adı Mustafa. Orta iki de tahsilini sürdürüyor. Ama şuanda hayatının geri kalanını sürdürmeyi düşünüyor. Derken bir bomba daha atıldı. Mustafa’nın yanındaki cam vitrin aşağıya indi. Herkes korkarak Mustafa’ya baktığında ise Mustafa ortalıkta yoktu. En sevdiği öğretmeni onu kollarının arasına almış ve dışarı kadar can telaşıyla taşımıştı.

Mustafa olayın şokunu henüz yeni yaşarken öğretmen yerde yaralarını basit yöntemlerle hafifletmeye çalışıyordu. Bir saat sonra bu ölümsüz kaos yerini ölümsüz bir sessizliğe bırakmıştı. Okul bahçesinden görünen manzara ise kan dondurucu bir manzaraydı. Okul yerle bir olmuş. Bunun görgü tanığı ise sadece küçük Mustafa’ydı. Sabaha kadar okul bahçesinde bir gün büyük bir pilot olmak için geçtiği yolun enkazını izlemişti. Evine döndüğünde annesi ile babasına içten bir sarılmayla derdini fiziksel olarak göstermişti. Annenin hıçkırıklarıyla birlikte, babanın avutucu sözleri tabi ki küçük Mustafa’ya yetmedi. Odasına çekildi. O gün çok zor gözlerini yummuştu rüyalar alemine. Ama gördü tek rüya ise bir gün bir Avrupa hava yolu şirketinde en çok aranan pilottu. Her bu rüyayı gördüğünde ise gözlerini açar, pencerenin kenarında havaya dikerdi gözlerini. Geçen uçakları izler ve toprağa küçük göz yaşı damlalarını bırakırdı. Halbuki ne kadar da çok severdi öğrenciliğini...

Her sabah anne ve babasından daha erken güne gözlerini açar, duşunu alır, kahvaltısını eder ve anne ve babasına birer öpücük kondurarak düşerdi okul yollarına. Mahalledeki herkese selamını eksik etmez, muhakkak güler yüzlü bir çocuk olarak geçerdi her muhabbette. Okula vardığında İstiklal Marş’ını yürekten söyler, andımızı gerçek bir öğrenci olarak okurdu. Kimi zaman derslerde hayaller alemine geçiş yapar, hep arzuladığı işi hayal ederdi. Özellikle pencere kenarında otururdu. Her geçen uçağı seyretmek için... Ha, bu arada küçük yaşına rağmen bütün uçakların modellerini ezbere bilirdi. Çok akıllıydı. Bütün öğretmenleri onunla iftihar ederdi. Bir gün gerçekten yolcuları en güvenli bir şekilde uçuracağından emindiler. Hayattaki neşesi bütün herkese mutluluk ve huzur katardı. Bir gün gerçekten iyi bir pilot olacaktı...

İşte küçük Mustafa’nın hayatını değiştiren, onu hayata küstüren ise zalim, acımasız teröristler olmuştu. Her gün o okulu bombalayanlara lanetler eder, her sabah sessiz ve derinden ağlardı... Şanssız bir çocuk olduğunu düşünürdü Mustafa...

Belki de haklıydı. Ama hayatının tiyatrosunda bir gün başrol oynayacağını bilmiyordu ki...
Ortaç Genç
Öğrenci (11.Sınıf) - Ankara
___________________


... (OY VER, ETKİN OKUYUCU OL !!!)